Okuduğum bir çok felsefecinin hayatı mutsuz geçmiş. Mutsuz olma durumu sadece felsefeciler ile kısıtlı değil, ama edebiyatcılar, ressamlar müzisyenlerden de hayata çok karamsar bakanlar var. Bu durum ‘Bilge mutsuz olmak zorunda mıdır?’ sorusunu aklıma getirdi. Yani bilgelik hayatın anlamsızlığı ve nihilizmi kaçınılmaz mı kılıyor acaba? Cahiller daha mı mutlu? Burada kastettiğim bilgelik bilmekten gelmiyor. Bilgelik kendini bilmektir. Bilgelik sorgulamak demektir. Çok bilmek bilge olmayı gerektirmez. Ama tersine insan bildikçe bilmediğini anlar ve bilgeliye yaklaşır. Bilmediğini bilmek bilgeliktir. Bunu ilk Sokrates dile getirir. Öyle sorular sorar ki karşısındakine onu cahilliği ile başbaşa bırakır. Bilgelik bilgiden çok farkındalık gerektirir. Bu farkındalık sonucu insan kendi farkına varır.

Varlık nedenini sorgulayan her insan kendine tatmin edici bir cevap arar. İçinden çıkamadığında da bazen dine yönelir bazen de bunalıma girer.  Hayatı anlamlandıramadığı  sürece  mutlu olamaz. Anlamlandırmanın bir yolu olan dinler dünyadaki yaşam dürtüsünü, ölüm sonrası cennette yaşama vaadiyle sağlarlar. Başka anlam arayanlar için yol çok daha çetindir.

Başka bir çıkış yolu bu sorudan kaçınmaktır. Bunun içinde insan kendini hayatın akışına bırakır. Ama günlük koşuşturma  bir felsefeciyi, edebiyatcıyı, ressamı yada düşünen sade vatandaşı bu soruyu sormaktan kendini alıkoyamaz. Bu nedenle onlar varlıklarını çoğunlukla ortaya koydukları ürünlerle ispatlamaya çalışırlar. Her sanat ürünü kendini ifade etme biçimidir. Bu sayede sanatcı dünyaya ‘ben varım’ diye haykırır .

Diğer yandan aşkın insan, üstün insan kavramı felsefede ütopik bir kavramdır. Aşkın insan, varlığını dünya nimetlerinden soyutlayarak kendini bütün isteklerinden, özlemlerinden duygularından arındırır. Bu durum budizmde nirvanaya çıkma durumu yada sufizmde arınmadır. Bütün dünyevi arzu ve duygularını durdurmayı başarmış bu insan için artık yaşam bir teferruattır. Bu durumdaki insan varlığının en saf haline ulaşmıştır. Felsedeki aşkın olma durumu dinlerde Tanrı ya en yakın olunduğu andır, Bu durum islamiyette teffekür olarak bilinir. Düşünürek Tanrıya ulaşmaya çalışılırken tefekkür edilir

Bilge insan, aslında aşkın olma yolunda ilerleyen insandır. Herşeyin geçici olduğunun  farkındadır; ve bir arayış içindedir. Belkide o yüzden ferrarisini satıp bir dağ köyünde yaşamını sürdürür. Budizmin kurucusu Siddharta Gautama da zengin bir ailedendi. Ama kendisini önce dünya nimetlerinden arındırarak münzevi bir hayat sürmeyi tercih etti. Sonra bu hayattanda vazgeçti. Kendisinden sonra gelen çok farklı budist okullarının bir ikisi dışında öğretilerinin merkezinde zevk ve sefadan arınma vardır.

Diğer yandan bilge biraz da topluma aykırıdır. Genelden farklı düşünür. O toplumun mutasyona uğramış bireyidir. Ama bilirsiniz dnadaki mutasyonlar sayesinde gelişiriz. Aykırı düşünceler, aykırı bakışlar olmasaydı insanlığın önüne yeni ufuklar açılmazdı. Bilgeler çoğu zaman bulundukları dönemle çatışırlar. Bu çatışma takipçi bulursa değişime neden olur. Bazen de bir başkaldırıya dönüşür. Belki bilgeler olmasaydı dünya hala ortaçağ karanlığında boğuşuyor olacaktı.

Bilge adamın mutsuzluğunu sorgularken önce kendimize şunu sormalıyız. Mutsuz adam mı bilge olmaya yatkındır yoksa insan bilge olduktan sonra mı mutsuz olur? Sanırım cevap içiçe geçmiş durumdadır. Mutsuz insan daha çok düşünür, sorgular ve  cevaplayamadığı sorular onu daha çok mutsuz eder. Ama bu kısır döngüyü kırmak pekala mümkündür. Bilgiyi mutluluğa dönüştürebilmek için hayata dair derin anlamlar yüklemeye çalışmaktan vazgeçmek gerek. Ama siz ben mutsuz olmayı göze alıyorum anlamsız bir hayat düşünemiyorum da diyebilirsiniz. Bende size bu yolda başarılar dilerim.

Kullanıcı admin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.