Yan masamızdaki sohbetten

– Murat senden hoşlanıyorum galiba

Murat ın cevabı.

– Hadi ya.


Bugün samatya da Akbank fotoğraf ekbiyle çekim yaptık. Yoksulluk diz boyu. Çocuklar salya ve sümükleri ile kendi hallerine bırakılmış ortalarda dolaşıyorlar . Kadınlar dar sokağın sağında solunda oturmuş sohbet ediyor, bizi çekmeyin diye uyarıyor. Sonra sümüklü, belliki uzun zamandır yıkanmamış bir kızı fotoğraflıyorum. Kız bana öyle güzel pozlar veriyor ki aynen bir manken gibi bir öyle süzülüyor bir böyle. Sana para vereyim dondurma al kendine deyince, istemez diyor. Ama ben yinede çıkarıp 2 lira veriyorum Ve kız bana paranın 1 lirasını geri uzatıyor  “Amca fazla verdin dondurma 1 lira ” diyor.  Gözlerim doluyor. Duygulanıyorum. Çıkarıp bir 10 lira uzattıyorum Sonra sevinerek uzaklaşıyor oradan.


Bayaa oldu Bir akşam yorgun vaziyette yavaş adımlarla binaya girerken iki küçük çocuğun konuşmasına şahit oldum. Dün anneme veli toplantısında öğretmen ‘Çocugunuz cok yaramaz ondan hic memnun degilim’ demis. Çocuk arkadaşına öğretmeni için ‘Ulan sanki ben senden cok memnunum.’ deyice, İçimden bir gülmek geldi. Elimde eşyalar olmasa çocuğu yanaklarından öpecektim.


Serviste yanımdaki adam cepten karşısındakine.

-Ben Hakan geçen sene otelinize gelmistik hani hatırladınız mı?

– .

– Ya hani kıvırcık saçlı mavi gözlü bir karım vardı. Hep güler dikkatinizi çekmistir belki.

Yok artık dedim içimden .

 


Asansöre elinde 2 köpeğiyle bir kadın bindi. O, ben ve iki köpek yalnızız asansörde. Köpeklerden biri ha saldırdı ha saldıracak beni kesiyor. Bende gülücüklerle korktuğumu belli etmemeye çalışıyorum kadına. 10 kat boyunca yüzümdeki ifade hiç değişmedi. Zemin kata gelince asansör durdu. Bende bir rahatlama oldu. Köpeklerden iri olanı çıkmak için atlayınca kadın köpeğin ipini çekti ve,

– Dur önce amcan çıksın demez mi.

Ulan ben nerden bu köpeğin amcası oluyorum derken içimden bir taraftan da yürüyorum. Başlarda küçük bir köpeğin amcası olmak koydu. Ancak sonra düşündüm daha kötüsü bir köpekle akraba olmak galiba.


Bir haftasonu Akçakoca’da arkadaşın düğünü var, Ereğli’den yarım saat. Düğünde yedik içitik baya eğlendik. Ben 3-4 kadeh rakı içmişimdir. Kafam yarı çakırkeyf. Dilim dolanıyor biraz. Saat gece 1 gibi kaltık döneceğiz. O zamanlar Akçakoca-Ereğli yolu sadece tek gidiş dönüşü ve sol tarafı deniz olan bir yoldu. Herkes gitme düğünün olduğu Akçakoca otelde kal falan diye uyardı ama kimseyi dinlemedim her zamanki gibi. Hatta Alaplı da çevirme olur ceza yersin diyenler bile oldu. Neyse çıktık yola. Yavaş yavaş gidiyoruz. Gerçektende Alaplı’da polis durdurdu. Çektim saga. Polis alkol muaynesi için üflenen çubuklardan uzattı. Ben bu arada içimden arabayı polise teslim edince eve nasıl gideriz hesapları yapıyorum. Az çıkar ümidiyle hafifce üfledim. Meğer öyle olmuyormuş. Az üflersen hiç ölçmüyor alet. Bir daha sert üfle dedi polis. Bu sefer mecburen sertçe üfledim. Polisle konuşurken dilim dolanıyor tekliyorum. Aleti aldı baktı.”Allah allah” deyip bir daha üfle dedi. Yine üfledim. Adamın suratında şaşkınlık ifadesi var. “Ne oldu” dedim .”Siz zil zurna sarhoşsunuz ama 40 promil çıkıyor.” Biliyorsunuz sınır 50 promil. Sonra gitti arabadan başka cihaz getirdi. Yine üfledim sonuç yine aynı. Adam kafayı yiyecek. Bende o halimle gülmemek için zor tutuyorum kendimi. Sonra adam beni polis arabasına çağırdı. Arabada daha yetkili bir polis oturuyor. Adam bana ne kadar içtiniz dedi. Bende 2 saat önce bir kadeh dedim(Hayatımda söylediğim ilk ve tek yalandır. Bu da ikinci(al sana paradoks ama konumuz bu değil)) .”Sen zil zurna sarhoşsun ama aletde çıkmıyor yapacak bir şey yok. Ceza yazamıyoruz bu durumda. Yoluna devam et ama çok yavaş git.” dedi ve gönderdi. Ondan sonra hiç alkol muaynesi olmadım ama benim nefesde ilahi bir güç mü var acaba diye düşünürüm hep. Nasıl bir nefes ki alkolü bile kamufle ediyor.


Sabah arabayla işe gidiyorum. Fren yapınca ön cam olduğu gibi düştü. Ereğli’deyim o zamanlar. Ne oluyoruz dedim içimden yaşadığım ilk şokla. Sonra sağa çektim. Bildiğin ön cam yerinden çıkmıştı. Iyice bakınca anladım. Ön cam lastiğini biri çıkarmış sonra camı yerine tekrar koymuştu. Eskiden arabaların ön camları basit bir lastikle tutturulurdu. Lastiği sıyrarak camı çıkartabilirdiniz. Hemen arabanın içine baktım teyp çalınmıştı. Yine o zamanlar teyplerde kafa olurdu. Çalınmasın diye teybin kafasını çıkartır eve götürürdünüz. O gün götürmemişim. Sabah uyku sersemliği ile ilk anda teybin çalındığınıda fark etmemiştim. Sağolsun hırsız beyde camı çıkarttığı gibi yerine takınca herşey doğal göründü. Neyse. hemen polise gidip çalıntı ihbarında bulundum. Kaydımı aldılar. Bulunursa biz sizi ararız dediler. Tabiki en ufak bir ümüdim yoktu. Sadece vatandaşlık bilinci içinde başvurumu yapmıştım. Sonrada unuttum zaten.

Abartmıyorum 3 sene sonrasıydı. Ben olaydan sonra 2 araba değiştirmişim, teyp benim en derin hafıza kayıtlarımdan bile silinmişti. Bir gün masama bir bilgi notu geldi, karakola gelin diye. Notda ne için olduğu yazmıyor. Benim gibi karıncayı bile incitmeyen biri için beklenmeyen  J  bir şeydi bu. Neyse işi gücü bırakıp gittim karakola.

– Üç sene önce kayıp teyp başvurusu yapmışsınız

– Öyle mi ha evet.

– Dün bir hırsız yakaladık. Elinde 100 lerce teyp var. Bir bakar mısınız sizinki var mı? aralarında.

Ben teybi hayal mayal hatırlıyorum. Marka Philipsdi ondan eminim . Beni aldılar bir odaya götürdüler. Oda teyple dolu.

-Bakar mısınız sizinki hangisi ?

Alın size günün sorusu. Şöyle baktım benim teyp yok aralarında .

-Yok dedim. Iyice bakın dediler. Iyice batım yine yok dedim.

Sonra .

– Seç beğendiğin birini al götür de kaydı kapatalım.

– Nasıl yani benim olmayan teybi niye alayım?

– Almazsan senin dosya açık kalacak boşuna,sen bile unutmuşsun zaten alda kapatılım şu dosyayı.

– Siz beni almış kabul edin kapatın dosyayı ben bilmediğim teybi almam.

Meğer öyle olmuyormuş dosya kapanmadı sonuçta. Sanırım artık kapanmıştır 10 yılı geçti çünkü.


Bir akşam 22.30 gibi telefonum çaldı. Karşıda ki

– Lan sen benim hanımı ikide bir niye arıyon ?

– Kimsin kardeşim sen?

– Ne yapacan kim olduğumu sen benim karımı niye arıyon onu söyle?

– Manyak mısın sen? deyip yüzüne kapattım telefonu.

Ama eşim ve çocuklar durumdan tedirgin oldu. Bir 10 dk sonra yine aynı adam arıyor.

– Lan bak niye aradığını söyle diyorum ?

– Kardeşim kimi arıyon sen?

– Senin numaran şu değil mi?

– Evet aradığına göre o.

– Benim hanım bu numaradan defalarca aranmış görünüyor. Sen benim hanımı niye arıyon?

– Ben aramadım niye arayım senin hanımı yanlışlık vardır.

– Yanlışlık falan yok. Seni nerede olsan bulurum ona göre.

Bu laftan sonra sinirlendim iyice.

– Aramadım diyorum ne yaparsan yap deyip kapattım.

Ama tedirgin olmadım değil. Bok yoluna gitmek var işin ucunda . Ölmek sorun değilde. Öldükten sonra onun bunun karısını arayan adam denilmesi koyacak daha çok 🙂 Adam 1-2 defa daha aradı. Konya dan arıyormuş. Beni bulacakmış falan. Sonunda “Savcılğa başvur kimin aradığı ortaya çıksın.”. Dedim ama adamın dinlediği yok arayıp tehdit etmeye devam ediyor. Turkcell i aradım, durumu anlattım. Call Center daki kızda şaşırdı. Olmaz öyle bir şey dedi. Nerdeyse kendimden şüphe edeceğim. Ben arıyomda hatırlamıyorum mu diye? Neyse bir akşam arkadaşlarla yemekteyiz. Bizimki yine aradı. Asabım hat safhada.

– Bak dedim. Mahkemeye ver yoksa ben vereceğim bu numaradan aranıyorum tehdit ediliyorum diye. Zaten salak öyle bir niyetim olsa numara açık mı ararım ? Bir daha ararsan kendini savcılıkta bil dedim kapattım.

Bir daha aranmadım. Ama bir hafta baya bir ecel teri döktüm. Sanırım biri bana eşek şakası yapmıştı. Ama kim hala bilmiyorum.


Geçen gün bir kitabevinde kitap bakınıyorum. Etraf kalabalık. Yanımda duran kadın bir görevli çağırdı.

– 30-35 cm eninde yeşil kaplı kitap ya da kitaplar arıyorum siz de var mı ? dedi.

Kendi kendime yazarından soran, isminden soran biliyorum ama kitabın kalınlığından sormak da ne ki dedim.

Görevli çocuk

– Abla yazarının ismini ya da kitabın ismini biliyor musunuz ? diye sorunca (aklın yolu bir)

Kadının cevabı ikimizi de şok etti.

– Fark etmez ?

Nasıl yani, 30-35 cm eninde yeşil kaplı nasıl bir kitap olursa olsun.

Kafamdan kadının amacı ile ilgili bir çok şey geçiyor ama hiçbirini yakıştıramıyorum.

Çocuk;

-Peki türü önemli mi ? dedi. Cevap aynı.

-Farketmez. Ama fiyatı uygun olursa sevinirim.

Çocuk aramak için uzaklaşınca kadının amacını öğrenmek için içim içimi yiyiyor. En sonunda yaklaşıp sorma cesaretini gösterdim.

– “Hanımefendi kusura bakmayın ama 30-35 cm yeşil kaplı içeriği önemsiz kitabı ne yapacaksınız? Merakımı affedin” dedim.

Cevap bu yazıyı yazmama neden oldu.

– Ya kütüphanem de o kadar bir boşluk kaldı. Yeşil de rengine uygun o yüzden.


Geçenlerde evde yalnızım. Eşim ve çocuklar bir süredir dışardalar. Birden kapı açıldı bir bağrış çağrış. Benim ufak kızımın olağan şamatalarından biri diye düşünüyorum önceleri.”Baba koş gel” diye bağırıyor diğer yandan . Bu arada her zamanki modumda yatakta uzanmış belgesel seyrediyorum. Koridorun bir ucunda ben bir ucunda onlar arada 100 mt var. Ev o kadar büyük yani(tabiki şaka.) Neyse ne oldu diye bağırdım.”Baba koş eve kedi girdi .””Hadi canım dedim içimden ev 10. katta güvenlik kapıda kuş uçurtmuyor diyeceğim ama saçma olacak.10. kattaki eve kedinin girmesi ve bunu 3 kişinin arasından geçerek yapması pek inanılası gelmedi bana. Bağrışmalar devam edince saçmalığına rağmen durumu kabullenmek zorunda kaldım. Bu arada söylemeyi unuttmum benim kız tavuktan bile korkar. Yani durum normal. Yine bu arada benimde kedi ve fare en korktuğum 2 hayvandır. Korkmak değilde tiksinti demek daha doğru olur sanırım. Sevmem yanaşmam. Bu yönümle satanizme yakın hissediyorum kendimi 🙂 . Neyse bir müddet konuyu akışına bırakıp kedinin kendiliğinden çıkmasını bekledim yatakta. Ama benim ev ahalisinin anlam veremediği bu rahatlığımın evde ufak bir krize yol açacağını hissettiğim anda kalktım ve sanki olaya el koyuyormuş edasıyla “Durun geliyorum çekilin” dedim. Gördüğüm manzara şuydu. Salon kapısında kedinin çıkmasını engelleyecek biçimde beklerken uzaktan pişt pişt diyen kızlarım ve içerde salonun köşesine sinmiş korkudan titreyen kediye yaklaşmakta baya sorun yaşayan eşim. Kediyle aralarında en az 5 mt var(Ev büyük demiştim). Bu durumda erkekliğine bok sürdürmeyen biri olarak korkumu bir yana itip çekilin kapıdan kedi buradan siz varken nasıl çıksın dedim. Onlarda kedinin çıkışına yeni bir engel koyarak dış kapının önüne çekildi. Yeni bir uyarı ile onları ters tarafa aldıktan sonra sıra eşimi kontrol altına almaya geldi. Ve ona böyle kediye 5 mt uzaktan pişt pişt diyerek kaçıramayacağını söyledim. Bilmiş bir edayla onuda çıkardım salondan. Sonra ne mi yaptım bende 3 mt yaklaşabildim korkmuş ve titreyen kediye . Ve bağırdım avazım çıktığı kadar “Pişt pişt.” Sonra “Kaç defa pişt diyecez lan sana .” “Lan ne yılışık kedisin sen” Arkada bizimkiler benim durumuma kahkahalarla gülüyor bense cesaretimden zerre ödün vermemeye çalışıyorum. Bir 15 dk bu şekilde apartmanı pişt pişt sesleriyle inlettikten sonra bu işin böyle olmayacağını anlayıp kapıları ardına kadar açtım ve dışarı çıkıp beklemeye başladım. Kedi hemen hareketlendi. Meğer oda bizden korkuyormuş . Sonra salondan çıktı. Allahtan çıkış hemen solda. Uzaktan uzaktan ailecek büyük gayretlerimizle onu çıkışa yönlendirdik ve kedi nihayet dışarı çıktı.

Işte o gün bügündür karizmada hep bir çizikle dolaşırım.


Genelkurmayda kısa dönem 10 başı olarak askerlik yapıyorum. Görevlerimden biri nöbet değişim saatlerinde genel kurmayın katlarında nöbet tutan askerleri alıp yenisi ile değiştirmek. Bu değiştirme görevide nöbetleşerek yapılıyor. Bir gece sabah dört nöbetcilerini almak üzere toplanmış 10 askeri sıraya dızip genelkurmayın kapısına kadar götürdüm. Bundan sonra olması gereken 10 askerin katlara çıkıp eskilerinin aşağıya inmesini beklemekten ibaretti. Bina neredeyse tam karanlık ve askerler el yordamıyla görev yerlerine gidiyor. Işık açmak yasak binada. Açılırsa büyük suç. Çünkü Ankara nın göbeğinde olan genel kurmayın ışıklarının açılması bir krizin belirtisi olarak algılanabilir. Devam edelim.10 asker çıktı yerlerine ben aşağıda eskilerinin inmesini bekliyorum. Ama 9 asker indi. Bir tanesini 15 dk bekledim yok gelmiyor. Al başına belayı. Karanlık binada o adamı bulmadan dönemezsiniz. Yoksa askerliğiniz yanar. Neyse çıktım adamın katına. Loş bir ışık var etrafta. Koridoru boydan boya gezdim yok. Yeni çıkan askerle beraber bakıyoruz. Odalar kilitli olduğu için gidebilecek çok fazla bir yeri yok aslında. Alt katlara inmiş olabilir ama diğer askerlerin görmemiş olması imkansız. Böyle kriz durumlarında bölük komutanını gece uyandırma hakkımız bile var. Tam kafamdan aramak geçiyordu ki bir horultu duydum. Sesin geldiği yöne gittimde asansörden geldiğini fark ettim. Meğer adam asansöre girmiş horul horul uyuyor. Kapıyı açınca korktu. Yalvardı,50 kere özür diledi ama bendeki yarım saatlik korku ve sinir bana yetti. Çok bir şey demedim. Şikayetde etmedim tabi. Çünkü biliyordum ki bu çocuk gündüz eşşek gibi çalışmış akşamda 2-4 nöbetti tutturulmuştu. Insan olanın kolay dayanabileceği bir şey değildi bu.


10 sene önceydi sanırım. Eşimle Ets turla Prag a gittik. Turun 2. yada 3. günü şehri tanıttıktan sonra rehber bizi serbest bıraktı.”Saat 5 gibi şuradan otele otobüs kalkacak. Oraya gelirsiniz ama isteyenler metro ile de otele dönebilir.” dedi. Bende o zamanlar yeni yeni çıkan navigasyon aletlerinden almıştım. Explorer 100. Hala durur evde. Bu aletde harita yok. Sadece ilerledikçe ekranda iziniz görünüyor. Böylece rotanızı izleyebiliyorsunuz. Isterseniz daha önce gidip işaretlediğiniz bir yere bu cihazla el yordamıyla da olsa ulaşabilirsiniz. Şöyle ki ben prag merkeze 4-5 km uzaklıktaki otelimizi aletde işaretlemiştim. Bu yer ekranda x ile görünüyor. Siz yürüdükçe ne kadar bu yere yaklaştığınızı ekrandan anlıyorsunuz. Hatta alet bulunduğunuz yerle otel arasında bir doğru çizerek aşağı yukarı kuş uçusu kalan mesafeyi bile söylüyor. Işte ben buna güvenerek eşime geze geze gideriz böylece Prag ın ara sokaklarınıda görürüz dedim. Mesafe kuş uçuşu 4 km civarı. Olsun vaktimiz bol nasıl olsa.

Neyse biraz şehri turladıktan sonra çıktık otele doğru yola. Elimde cihaz. Gittimiz yol ekranda harita olmadan bir cizgi şeklinde görünüyor. Içim rahat otele her adımda biraz daha yaklaşıyoruz. Bu arada gerçektende Prag ın ara sokaklarından geçiyoruz. Iyi ki böyle yapmışız diyoruz. Hatta bir ara yarı ormanlık bir alana girmişiz gidecek yol yok. Çıkışı denk geldiğimiz birine sorup öyle ana yola tekrar çıktık. Nihayetinde 1.5 -2 saat sonra  alet otelle aramızdaki mesafeyi 500 mt göstermeye başladı. Biz geldik diye artık rahatlamış durumdayız. Ama etraf bana hiç tanıdık gelmiyor diğer yandan. 5-10 dk daha ilerleyince alet otele 100 mt gösterdi. Artık oteli görmem lazım. Durup etrafıma baktım ve Oteli gördüm. Oleyy değil mi? Hayır değil. Çünkü otelle aramızda koskoca Vltava nehri var ve karşıya yaya geçişi yok. Anlayacağınız otel karşımızda duruyor ama ona ulaşamıyoruz. Bu arada şakır şakır yağmur başladı. Yolda bekledik taksi falan da geçmiyor. Etrafta in cin top oynuyor zaten. Bildiğin rezil durumdayız. Sonra ben yolun karşısında DVD satan bir yer gördüm. Oraya gittik. Adama karşıdaki otele nasıl gidebileceğimizi sorduğumda taksiden başka çarem olmadığını söyledi. Ve bize telefonla taksi çağırdı. Ama işin en acısı taksinin neredeyse bizim geldiğimiz yolların tamamından geçip bize yüklü bir faturayla otelimize ulaştırması oldu


Üniversite son sınıftayım okul bitmiş. Finallerden eve Bolu’ya dönüyorum. Hem uykusuzluktan fiziken hemde ruhen bitmiş durumdayım. Otobüste uyumuşum. Molaya az kala uyandım. Arkamda oturan iki kız ingilizce muavine birşeyler soruyor, sanıyorlarki muavin şakır şakır ingilizce konuşuyor. Bu arada muavinde türkçeyi yeni sökmüş bir hava var. Şöyle kulak misafiri oldum. Bolu’da ucuz otel arıyorlar.   Bütçe çok düşük. Muavin soruyu anlamış ama cevap türkçe olunca kızlar saf saf bakıyor. Neyse uyku sersemliğimi atıp kızlara bu paraya size göre Bolu gibi bir yerde otel bulamazsınız dedim. Zira Bolu mutahasıp bir yer. Kızlar kısa şortlarla geziyor. Saat gecenin 11, 12. Kendi aralarında ne yapalım diye konuşurlarken içimdeki iyilik perisi canlandı. Bize gelin dedim. Kızlar çok sevindiler. Bu kadar çabuk kabul edeceklerini sanmıyordum. Meğer yanlarında birde gay arkadaşları varmış. Bu arada annemler evde yalnızca beni bekliyor. Cep telefonuda yok haber verecek. Ama molada ankesörlü telefondan evi aradım. Anne sana iki gavur gelin getiriyorum. Bir de gay arkadaşları var yatakları ona göre hazırla. Dedim. Yeni zellanda’lılarmış. Ama Londra’da yaşıyorlarmış. Gece 1 gibi annem kapıyı açtı. Benim bu iyilikseverliğim annemnin gözlerini doldurmuş sevinçten ağlar durumdaydı 🙂 Çünkü normalde benden beklenecek hareketler değildi bunlar. Üstelik babamda benim ilk defa yollarımı gözlemişti. Neyse oturduk baya. Sabah onları Abanta götürdüm. Akşam üstü de Istanbul a gönderdim. Sonrasında bir süre yazıştık.


Köln de bir cafenin tuvaletindeyim, afedersiniz. Tuvalet çok temiz. Bal dök yala mı denir ïşte tam öyle. Içeri girer girmez kabinlerin bildiğimiz şefaf pencere camından yapıldığını görünce “Nasıl yani modernliğin bu kadarı da fazla ” dedim içimden. Allahtan benim orayla işim yok. Neyse adamın biri girdi içeri utanmadan. Bir taraftan ihtiyaç gideriyorum değer yandan yan gözlede bakmayı ihmal etmiyorum . Meğer ne safmışım . Kapı içerden kitlenince cam buzlu cam oluyormuş içersi gözükmüyor. Ama yinede girmek cesaret işi doğrusu.

Işte böyle modern bir tuvalletde amcamın biri paçaları sıvadı attı ayağını lavabonun içine abdest almak için başladı ayağını yıkamaya. Içerdekiler hemen bu pis herifi temizlikciye şikayet edince adam  Türkçe homurdandı “Ne var bunda abdest de aldırmıyorsunuz artïk’ Sanırım Almanca bilmiyor zira hep Türkçe bağırıyor. Amca dedim burayı cami tuvaleti mi zanettin millet senin ayağını yıkadığın yerde yüzünü de yıkıyor. Sonra benide dinsiz ilan etti Ama abdest alamadan çıkardılar.


Biraz önce yolda arkamda yürüyen baba kızın konuşmalarına şahit oldum. Kızın bıdık bıdık konuşmasından en fazla 4-5 yaşlarında olduğunu tahmin ediyorum

– Baba sen niye kambur yürüyorsun?

– Kızım akşama kadar bilgisayar başındayım ondan.

– Hiç yerinden kalkmıyor musun?

– Çok az.

– Aşkım kendine dikkat et. Arasıra yürüyüş yap olur mu ?

Ilk defa birinin aşkım demesi bana batmadı. Sonra tesadüf aynı asansöre bindik. Kızı mıncıkladım biraz.


Babam bir keresinde bayramdan 3 gün önce bir koyun getirdi eve. Sanırım orta 2 deydim. Bahçeye bağladık hayvanı. Ben gidip gelip besliyorum seviyorum. Çok sevinmiştim; artık bizimde sevabımız olacaktı 🙂

Üç gün boyunca hayvanla ilişkimi hiç kesmedim sürekli yanındaydım. Ama 1-2 gün sonra kesilecek olması hiç aklımdan çıkmıyordu. Bir gün önce babam kasap falan ayarladı ilk gün sabah gelip kesecekti. Bayramın birinci günü erkenden kalktım son bir kaç saati koyunla beraber geçirmek istedim. Indim bahçeye. O da ne koyun yerinde yoktu. Biri ipini kesmiş çalmıştı. Sevindim mi üzüldüm mü hatırlamıyorum ama babamın hayatında kestireceği ilk koyunda böylece yalan olmuştu. Sonradan babam yan tarafta inşaat vardı işcilerin almış olabileceğini düşündü ve hakkını helal etti.


Bozcaada’nın domates reçeli meşhurmuş fiyat sorduk öylesine. Pazarcı kadın kime alacaksınız diye sordu. Napacan kime alacağımızı dedim.’ Yok bayanlar hep görümce kayınvaldeye 5 tl lik ucuzundan kardeş ve anneye olunca 15 tl lik pahalısından alıyorlarda ‘dedi .

Ya bu kadınlar çok fena 🙂


Kızım 14 yaşında kompozisyon dersinde ölmeden önce yapmak istediğiniz 10 şeyi yazınız diye sormuşlar. Bırak ölmeyi düşünmeyi çocuk hayata yeni başlamış tanımıyor ki daha neyi isteyip istemediğini bilsin.


Kadın 3 aydır benim evin kirasını baya geciktirince.

“Bakın 3 seferdir size aramak zorunda kalıyorum” dedim.

“Beyefendi hiç önemli değil istediğiniz zaman arayabilirsiniz.” dedi .

Pişkinliğin bu kadarı.


Lise sondayım. Ilk yada ikinci kopya girişimim. O zamanlar hiç sevmezdim tarihi. Şimdide aynı şekilde tarih ve yer ismi dolu tarih kitaplarını hiç sevmem. Döşenmişim bir kağıda ince ince, atmışım cebime. Her şey güzel gitti. Hep yazdığım yerlerden çıktı.10 bekliyorum. Sınav kağıdını hocanın masasına bırakıp çıkacam. Mutlu sona çok yakınım. Bir elimde sınav kağıdı bir elimde mıncıklanmış kopya kağıdı. Sınav kağıdını masaya koydum. Herşey bitti kapıdan çıkıp gideceğim artık. Kapıyı açmak için kopya kağıdı olan elimi uzatınca kağıt yere düştü. Hoca gördü. Sonrası malum. Bide sınıfa rezil oldum. Sıfır aldım. Daha ne olsun.


Adamın saçlarının yarısı dokülmüş. Saçlarımızın dökülmemesi için ne yapmalıyız onu anlatıyo. Ya git işine .


Üniversite son sınıfa geçmiştim sanırım. Yazın babam bir arkadaşının lise 1’e giden oğlunun ingilizceden 4 alıp kaldığını ders vermemi rica ettiğini söyledi. Baba dedim ‘Veririmde anlatabilir miyim bilmiyorum. Bilmek ayrı anlatmak ayrı. Bir de çabuk kızan biriyim çocuğa yazık olabilir’ Olsun oğlum dedi ayıp olur yoksa. Tamam dedim mecburen günah benden gitti.

Çocuk geldi 1.5 ay kadar . Haftada 2 gün anlattım. Ama demiştim ben. Karnede 4 olan notu 3 e düştü. Çocuk billdiklerinide unuttu .:)


Yaz tatili bitti. O. D. T. Ü ye dönüyorum. Okulun açılış tarihinden bir hafta önce gidiyorum ki seçmeli derslerin kontenjanı dolmadan istediğim dersleri alabileyim. Elimde bavullar var. Taksiden 4. yurdun önünde indim. Odam 217 giriş katta hemen solda. Girdim hiç kimse yoktu etrafta. Bavulları attım bi kenara. Üst kattaki ranzama uzandım, dinleniyorum. Ama odada bir gariplik var. Kadın elbiseleri, kadın çantası, makyaj malzemesi falan var. Lan diyorum yanlış mı geldim? Yooo pencereden aynı görüntüyü görüyorum. Duvardaki şekiller aynı. Hayra yoruyorum herşeyi.

Sonra birden kapı açılıyor. Arkama dönüp bakıyorum. Bornozlu bir kız duştan gelmiş içerde. Bir an birbirimize bakıyoruz.

“Durun ben sapık değilim burası geçen sene benim odamdı bu yatakta benim yatağım.” .

Allahtan kız anlayışlıymış.

“Anladım” diyor

“4. yurt bu yaz kız yurdu oldu. Normalde kapıda uyarıyorlardı. Siz kimseye denk gelmemişsiniz. Etraftada pek kimse yok henüz.”.

“Peki bizim yurt nerde.” .

“Sizin yurt 8. yurt oldu sanırım.”.

İlk şoku atlattıktan sonra özür dileyip 8. yurda yerleşiyorum.


Dün akşam servisten indim. Bir kadın küçük fino köpeğini gezdiriyor. Karşıdanda oldukça cüsseli bir köpek kendi halinde geziniyor. Ben de arkalarındayım. Bizim küçük fino cüssesine aldırmadan karşıdaki köpeğe havladıkça kadın tasmayı her seferinde geri çekiyor. Öbür köpeğin umrunda bile değil durum. İstifini bile bozmadan finoya bakıyor. Sonuçta onun için tek vuruş bile fazla finoya. Neyse efendim 3 5 böyle kadının çekiştirmesi finonun saldırıyo gibi havlaması sonrasında kadın bıraktı tasmayı hadi bakalım dedi. Bizimki havlaya havlaya gitti öbür köpeğin yanına. Köpek Koolluğundan gram ödün vermedi. Tek havlama yok. Fino baya bi karşısında havladıktan sonra büyük köpek bir havladı finonun kadına bir dönüşü vardı inanılmaz. Kadında köpeğine kızıyor bir taraftan ‘Salak neyine güveniyon da saldırıyon göt kadar boyunla.’


Efendim ayıptır söylemesi 20 gün önce salona bir tv ünitesi birde masa takımı aldık. Adamlar üç haftaya hazır olur dediler. Yine ayıptır söylemesi bende eldekileri internetden 3-5 e okutur mobilyaların biraz parasını çıkarırım diye düşünüyorum. Gayet mantıklı ve akıllıca değil mi? Zaten mantıksız iş yapmam J  Sahibinden e , letgo ya gittigidiyor a ilanlar verdim Temiz TV ünitesi, masa takımı ve gümuşlük diye. Fiyatıda elimi öpene 3 ü için 1800 tl yazdım. Bide mallar temiz diyede ekledim ki gerçekten temiz. Ilk üç gün kimse aramadı . Sonra biri nakliye sendense 750 vereyim diye aradı Bursa dan Nakliye 1000 tl tutuyomus 🙂

 

Neyse efendim baktım talep yok bir hafta sonra hepsine 1000 tl olsun dedim bu sefer ayağımıda öptürecem niyetim o. Lan bir kişi aramaz mı?. Ha unuttum söylemeyi güzel güzel fotolarınıda koydum.

Çıldıracam. En son bedavaya gitmesin diye 500 e indirdim. Artık bu fiyata kuyruk olur kapıda diyorum içimden . Allah sizi inandırsın telefonum bir kere bile çalmadı. Bu arada mobilyalarda gelecek artık az kaldı. Internetden etraftaki bütün spotcuları buldum. Tek tek aradım. whatsup dan fotoğraflarını istediler hepsi. Neymiş efendim büyükmüşler koycak yerleri yokmuş. Bizim mobilyaların gelmesine 3 gün kala internetteki ilanlara bedava ya diye yazdım . Yine çıt yok kafayı yiycem bildiğiniz gibi değil. İstanbul belediyesi nin sosyal yardım servisi varmış onlar alırlar dediler. Aradim yok bir tek masayı alırız dediler. Anlayacağınız elimizdeki eşyalarla kala kaldık. Sonunda ne mi yaptım. 2 adama 250 tl verip sitenin çöplüğüne attırdım hepsini.


Birgün çocukken çay bardağını düşürmüş üstümü başımı halıyı hep çay yapmıştım. Annemde baya kızmıştı. Bende anneme sende bazen döküyosun. Kimse sana kızmıyor demiştim. Gayet mantıklı dimi Annemde bana oğlum ben dökünce ben temizliyorum. Bana verilen ceza o. Istersen sen temizle kızmıyim demişti. Bende yok kız o zaman demiştim.


Sanıyorum 6 yaşındaydım. Çünkü daha okuma-yazma bilmiyorum. Annem yan taraftaki bakkala( o zamanlar yalnızca bakkallar vardı) gönderdi. Sıkı sıkı da tembihledi unutma diye. Yumarta, çay, ekmek, zeytin, peynir. Ilk defa bakala birşey almaya gidiyorum. Biraz heycanlıyım doğal olarak. Unutmamak için başladım sesli sesli saymaya Yumarta, çay, ekmek, zeytin, peynir. Yumarta, çay, ekmek, zeytin, peynir. Yumarta, çay, ekmek, zeytin, peynir. Yolda bir adam beni koştura koştura bu şekilde yürürken görünce , muziplik aklına gelmiş olacak ki o da başladı Şeker, pirinç, yağ , gazete, tuz demeye sürekli Şeker, pirinç, yağ , gazete, tuz. Şeker, pirinç, yağ , gazete, tuz dediği için kafam karıştı. Başladım şeker , yağ, tuz,çay,ekmek demeye. Bakklala girdiğimde iki listenin karıştığını fark ettim allahtan. Geri döndüm anneme listeyi bir daha sordum. Ama aklımı karıştıran o adama hiç kızmadım. Ondan sonra hep içimden söyleyerek gittim bakkala. 🙂


 

Ilkokul birinci sınıftayım Mengen’de. Öğretmen babamın arkadaşı. Torpil var mı bilmiyorum ama sınıf başkanıyım :). Bizim zamanımızda konuşanları başkan tahtaya yazardı. Artık o günün cezası neyse tahtada yazılı olanlara uygulardı öğretmen. En bilindikte cetvelle avuca vurulurdu. Ama Erhan öğretmen hiç öyle acı verecek ceza vermezdi. Bazen kızar bazende tek ayak üstünde bekletirdi. Ben buna çok içerlerdim. Emeğime saygı duymuyordu. O kadar uğraşlarla tahtaya yazdığım çocuklara basit cezalar vermesi kendi kendime ben burda neyim eşşek başımıyım gibi sorular sormama neden oluyordu. Birde çocuklar bu basit cezalar yüzünden beni takmamaya başlamışlardı.

 

Birgün sınıfın en yaramaz çocuğu birkaç defa uyarmama rağmen kaynatmaya devam edince birikmiş olan hırsımınında etkisiyle kendi cezamı kendim keserim deyip 1 mt lik tahta cetveli kafasına olanca gücümle vurdum. Öyle vurmuşum ki cetvel ortadan ayrıldı. Çocukta başladı ağlamaya . Çok korlktuğumu çok net hatırlıyorum. Sonra öğretmen sınıfa girdi. Ne olduğunu sordu. Bende içimden geçenleri olanca açıklığıyla söyleyip neden benim bu şekilde ceza verdigimi anlattım. Dedim ya Erhan hoca çok insancıldı (sonradan biz ayrıldıktan sonra belediye başkanı oldu) Bizi barıştırdı. Biraz bana kızdı biraz ismini hatırlamadığım çocuğa .

Olay kapandı sanırken. Ertesi gün çocuğun annesi babası okula gelip benden şikayetçi olmuşlar haklı olarak. Işte o gün okuldaki kariyerimin düşüşe geçtiği gündü ve başkanlıktan alındım. Ama iyikide alınmışım nasıl olsa acılı ceza vermiyor diye bende hep yaramazlik yaptım.

Sonra 2. sınıfı Adapazarı nda okudum. Ve ordada başkandım


Starbucks ta kitap okuyorum. Yan masasaki adam ‘Lavaboya kadar gidip geleceğim masadakilere göz kulak olurmusunuz’ deyip benim tamam diyeli 25 dk oldu. Kalkmam lazım ne yapacağımı bilmiyorum. 🙂


Uçakta koridor tarafındaki koltuktayım. Koridorun öbür sırasındaki amca benim taraftaki pencereden bakmak için şekilden şekle giriyor. E normal 3 kişiyi geçtikden sonra küçücük pencereden görmeyi umduğu şeyi görmesi çok zor. Sonunda dayanamadım. Amca senin taraftada pencere var. Bak dedim. Adam ın verdiği cevap beni benden aldı. Biliyom oğlum ama o tarafın manzarası eyi değil.


Annem 75 yaşında banka işlerini kendi halletmeye çalışıyor. Telefondan ödeme yapmayı beceremediği için her ay kredi kartı borcunu bankaya zar zor gidip ödüyor. Denizbankı arayıp kredi kartını otomatik ödeme talimatı vermek istedim. Karşıdaki kadın annemle görüşmesi gerektiğini söyledi. Bakın dedim. Annem size derdini anlatamaz. Telefonu kullanmayı yeni ögrendi. Ben anlatayım onayı ondan alın. Yok dedi kadın illa kendisi ile görüşmem gerek. Iyi dedim siz kaşındınız. Olacaklardan ben sorumlu değilim. Annem borc, kredi kartı , ödeme falan bir şeyler dedi. Kadın soruyor. Annem anlatmakta zorlanıyor haklı olarak. Arada bir oğlum gel sen anlat diyor. Ben alıyorum telefonu yok diyor kadın annenizi verin. Bir 15 20 dakika cebelleştikten sonra kadın pes etti. Anlattım da annem onayladı

Bu arada dedim ki konuşanın annem olduğunu nerden anladınız. Madem o kadar kuralcısınız. Kurallar böyle dedi.

 


Geçenlerde Izmir uçağında tam arkamdaki koltukta 5-6 yaşlarında bir çocuk bağıra bağıra şarkı söylüyor. Camdan gördüğü herşeyi yine bağırarak annesine gösteriyor. Elinde tablet oyun oynarken ayrı gürültü yapıyor. Annesi bir kere olsun oğlum yavaş konuş yada sus demiyor. Zannediyor ki herkes onun çocuğunu onun kadar seviyor Ve bu durumdan hoşnut

Zaten sabahın köründe kalkmışım hiç kafam alacak gibi değil. İçimden hep dedim ki dayan oğlum Serol zaten 45 dk ondan sonra rahatsın. Eğer yolculuk 1 2 saat sürseydi kesin uyaracaktım. Ama tepki büyük olasılıkla o daha çocuk tabiki gürültü yapacak olacaktı. Hayır hanımefendi o tamda o yaşta başkalarını rahatsız etmemek gerektiğini, toplumun uyulması gereken kuralları olduğunu bilecek. Medeni olmak çocuğun istediği yerde istediğini yapmasına izin vermekle değil kimsenin özgürlüne müdahale hakkı olmadığını ögretmekle olur. Sonra o çocuk empati yapmasını bilmediği için kural tanımaz biri olup çıkacak emin olun.


Ben küçükken yaşlıları doğduklarından beri hep öyle olduklarını düşünürdüm. Bence onlar hiç genç olmamışlardı. Mesela babanemin hiç gençlik halini hayal etmedim bile niye edeydim hiç genç olmamıştı ki. Sonra ne zaman ilk defa gördüğümü hatırlamıyorum onun gençlik fotoğrafını görünce nasıl bu hale geldiğini düşündüm. Yıllar bir insanı bu hale getiremezdi. Ben en iyisi onun hep yaşlı olduğunu düşünmeye devam etmeliydim. Bazı insanlar yaşlı doğar ve hep öyle kalırdı. Ben onlardan değildim. Hiç yüzümün buruşmuş halini kendime yakıştıramıyordum.

Bu düşüncemi çok uzun yıllar korudum. Halada ümidim var aslında. Ama yıllar geçtikçe kendimdeki kaçınılmaz değişimi açıklayamaz oldum. Biraz umudumu yitirmeye başladım. Bende yaşlanıyordum. Ve o yaşlı dediklerimin hepsi birer birer ölmüştü.

Ama size birşey diyeyim mi bu fikir beni hep zinde tuttu. Hala hiç yaşlanmıyacakmış gibi yaşamaya çalışıyorum.90 yaşıma gelsemde yaşlanmaya direneceğim. En azından kafa olarak.


Berberdeyim yarım saattir maç muhabeti dönüyor yan koltukta. Ben futbolla ilgimi keseli 10 sene olacak. Sıkılıyorum Berber traş ettiği adama ‘Oğlumu çok fenerli yapmak istedim olmadı kereta hiç maçla ilgisi yok’ dedi. Adam ‘Ama sen galatasaraylısın’ deyince. Adamın cevabı muhteşemdi.

‘Elimin altında dövecek bir fenereli olsun istedim. ”


İsmimin anlaşılması hep sorun oldu. Serol neredeyse hiç duyulmadık olduğundan çeşitli yakıştırmalarla karşılaşıyorum. Dün işteyim. Telefonum çaldı. Açtım.

– Birol beyle mi görüşüyorum.

– Yok hayır. Serol
– Taman Şenol bey müsait misiniz?
Değilim diyip kapatacam ama ismimi öğrenmesini istiyorum her nedense.
– Değilim ama ismim Serol, Samsun nun S si, Edirne nin E si, Rize nin R si, Ordu nun O su, Lüleburgaz ın L si
– Kusura bakmayın Şerol bey rahatsız ettim. Deyince iyice tepem attı hiç 3 defa söylemek zorunda kalmamıştım çünkü . Dedim ki.
– Hanımefendi Samsun nun neresinde Ş var allahaşkına.

Pat diye yüzüme kapattı. Kimdi bilmiyorum.


Anneme sıkılırsan kitabını götür okursun dedim. ’70 yaşındaki kadına bak oturmuş kitap okuyor derler ‘ dedi. Memleketin durumu budur. 70 yaşındaki insanın kitap okumasını ayıplıyoruz.

 


 

Bir tanıdık geçenlerde kendi ürünleri iki torba ceviz getirdi. Bende koyacak yer yok birini balkona koydum. Dün balkona birşey almaya çıktım. A, o da ne cevizlerin yarısı gitmiş. Olacak iş değil. Biri yemek için alsa diger torba mutfakta niye balkondan alsın. Ama ben yine de çocuklara sordum, kimse almamış. Hiçbir izahı yok bunun. Düşündüm düşündüm bir neden bulamadım.

Sonra, tesadüf balkon camından dışarı bakarken karganın biri geldi. Önce balkon kenarına kondu. Sonra indi aşağıya torbadan bir ceviz aldı. Ağzındaki kocaman cevizi balkonun kenarında vurarak kırmaya çalıştı ama başaramadı. Ardından cevizle beraber uçtu gitti. Aradan bir 10 dk geçmedi aynı olduğunu tahmin ettiğim karga yine aynı biçimde gelerek fütursuzca bir ceviz daha aldı ve yine gitti.

Cevizi karganın ağzından alabilmek için aklıma tilki peynir karga hikayesi geldi ama bir tilki olmadığım için vazgeçtim :). Günün sonunda bu hikayeden aldığım tek ders, karganın her seferinde kalabalık binaların arasından 7. Katı bularak cevizleri yarılaması kafamda ki aptal karga imajının alt üst etmesi oldu.