Bu aralar çekemesem de en büyük hobilerimden biri fotoğraf çekmek. Ortaokulda seçmeli olarak aldığım fotoğrafçılık dersi ile başlamıştı merakım. Babam bana ders için o zamanın en bilinen profesyonel makinalarından biri olan jüpitel almıştı . Sonra merakım lisede ve üniversitede de yarı profesyonel makinalarla devam etti . İlk analog profesyonel makinam 1997 de ABD’den getirttiğim Nikon N90S idi. Makinanın hakkını verdiğimi söyleyemem. Ama oldukça film harcadım onunla. Daha sonrada dijital-refleks makinalar çıktı. İlk aldığım makina Nikon D40 ve sonrasında D80 oldu.

Aslında bu süreçte benim için önemli olan objektiflerdi. Çok fazla aldım sattım. Bilen bilir fotoğrafçılıkta önemli olan objektiftir. İyi bir objektif grubunuz varsa makinayı ikinci plana atar. Bu kapsamda mikro ile tele arsında 10-15 objektifim oldu. Genelde de Nikon’un nikor lenslerini aldım.

Bir profesyonel makinayı amatöründen ayıran en temel özellik refleks olmasıdır. Refleks makinalar karşıdan gelen ışığı objektiften geçirip göze öyle iletirler. Diğer makinalarda vizörden baktığınız görüntü ile çektiğiniz görüntü arasında ufak bir kayma olur. Çünkü gördüğünüz ile objektifin odağına düşen görüntü arasında fark vardır. Diğer bir fark da amatör makinalar genellikle tek ve sabit objektiflidir. Profesyonel makinaların objektiflerini çekim sırasında takıp çıkarabilirsiniz. Dijital makinalardan önceki analog makinalarda objektife düşen ışık, makinanın içindeki ışığa duyarlı filme yansıtılırdı. Sonrasında bu filimler karanlık odada bir kimyasal süreçten geçirilip fotoğrafın negatif görüntüsü elde edilirdi. En sonunda da film agrandizör ile karta tabedilirdi. Analog makinaların en kötü yanı bir filimle ancak 36-18 gibi belli sayıda poz çekme hakkınız olmasıdır. Yanınızda filim taşırsınız.. 36 poz bitince karanlık bir yerde bitmiş filmi çıkarıp yenisini takarsınız. Bu hem pahalı hem zahmetli bir süreçtir.

2000’lere gelmeden dijital makinalar çıktı ve birçok dertten kurtulduk. Ama analoğun tadını alıp dijitale geçmek istemeyen bazı fotoğrafçılar analog çekmeye uzun bir süre devam etti. Analog makinada yanlış pozlamanız size çok pahalıya mal olurken; dijital makinalarda hafıza kartınızın kapasitesi kadar deklanşöre basabilirsiniz. Dijital makinalarda filimin yerini DSLR (Dijital Single Reflex) makinanın beyni sayılan sensörler almıştır. Karşıdan gelen ışık film yerine bu sensöre yansıtılır. Dijital makinaların filmi olan sensörlerin bilgi kodlama biçimleri farklı olduğu gibi boyutları da farklıdır. Full-frame makinalar (24 mm x 36 mm) eski analog filimlerin boyutlarına karşılık gelir. Bununla birlikte daha ucuz olması nedeniyle sensör boyutları küçültülebilir. 24×36’lık sensöre göre ne kadar küçültüldüğü(diagonal oranları) hesaplanarak krop faktör denilen oran bulunur. Full frame bir sensör objektiften gelen görüntüyü birebir sensöre yansıtırken kroplu bir sensör görüntüyü hem keser hem de netliğini azaltır.

Asıl bir fotoğrafçının bilmesi gereken ise fotoğraf makinasındaki enstantane, diyafram ve İSO ayarlarıdır. Zira fotoğraf çekerken fotoğrafçının en temel ayarları bunlardır. Kısaca anlamları üzerinde durayım. Yukarıda da bahsettiğim gibi fotoğraf makinasının temel fonksiyonu karşıdan gelen ışığı farklı biçimlerde sensöre ya da filme düşürmektir. “Sensöre düşürmek” tabiri dijital makinalarda ışık şiddetini , 1 ve 0 larla, sensöre yazmak demektir. Bunun için objektifin önünde açılır-kapanır daire şeklinde bir engel, perde bulunur. Deklanşöre bastığınızda bu daire, sizin enstantane-diyafram ayarınıza göre hangi süre ve hangi genişlikte açılacağına karar verir. Bu sayede objektiften geçen ışık miktarı değişir. Çok uzun süre açık kalan ve çok geniş açılan perde çok fazla ışık içeri alır. Çok kısa süre ve çok küçük, açılan perde çok az ışık alır. Süre ve açılma miktarının çok sayıda kombinasyonu farklı poz seçeneklerini oluşturur. Örneğin perdenin çok açılıp sürenin kısılması ile perdenin az açılıp sürenin uzaması durumunda geçen ışık miktarı aynı olsa da görüntünün fotoğrafa yansıması farklı olur.

Biraz açayım isterseniz. . Perdenin açılma miktarına diyafram, süresine enstantane denir. Enstantane ve diyaframın farklı kombinasyonları hem ortamdaki ışık miktarına hem de fotoğrafçının yaratıcılığına göre değişir. Fotoğrafçılık da asıl bu iki değerin doğru kombinasyonunu bulmaya dayanır. Şimdi bu ayarların fotoğrafa etkisinden bahsedeyim. Diyafram yani açıklık miktarı fotoğrafta odaklanan nokta ya da noktaların arkasında ve önünde ne kadar netlik olacağını belirler. Örneğin bir arkadaşınızı çekeceksiniz, makinayı arkadaşınıza odakladınız ama arkasındaki binaların net olmasını istemiyorsanız perdeyi çok açmanız gerekir. Bu sayede sadece odaklandığınız obje net çıkar. Perde ne kadar açık olursa odaklanan dışındakiler o kadar flu çıkar. Ya da tersi. Fotoğraf makinasında diyaframı ya da perdeyi açmak için değerini küçültmeniz gerekir. Örneğin 2.8 gibi… Ama çekilen objenin önü ve arkası tamamen net çıksın istiyorsanız diyaframı büyütmelisiniz. 11 gibi. . Eğer makinanız diyafram öncelikli set edilmişse, yani diyaframı ben seçeceğim diyorsanız, siz diyafram değerini değiştirdiğinizde enstantane değeri makina tarafından otomatik ayarlanır.

Enstantane değeri ise perdenin açık kalma süresini belirler. Örneğin tabancadan çıkan bir kurşunun havadaki net görüntüsü ya da kırılan bir bardağın parçalanma anının görüntüsü perdenin çok kısa süreli açılıp kapanmasını gerektirir. Buda yüksek enstantane değeri demektir. 1000’lik bir enstantane değeri diyaframın yada perdenin saniyenin 1000’de 1’i kadar süre açık kalacağı anlamına gelir. Buda çok hızlı hareketleri yakalamamızı sağlar. Bunun tersi yani enstantanenin uzun tutulması ise fotoğrafta tül etkisi yaratır. Örneğin enstantaneyi 30 saniyeye ayarlarlasınız bir denizin dalgaları 30 saniye boyunca gidip gelme hareketi yaparak tül etkisi yaratır. Hareketli alanlarda enstantaneyi uzun tutmak (değer olarak artırmak) görüntülerin iç içe geçmelerine neden olur. Buda fotoğrafta farklı etkiler yaratır. Enstantanenin uzun zamana ayarlanması makinayı elinizde hiç titremeden tutmanızı gerektirir. Bu da makinanızı sabitleyen tripod kullanmanızı zorunlu kılar. Diyaframda olduğu gibi eğer makinanızı enstantane öncelikli set ederseniz değiştirdiğiniz enstantaneye karşılık diyafram değerleri otomatik olarak bulunur.

Bu iki değerin dışında fotoğraf çekerken dikkat edilmesi gereken 3. bir değer İSO değeridir. İSO ve din ayarları aslında analog makinalardan kalma değerlerdir. Temel olarak filmin ya da sensörün hassaslığı ile ilgilidir. İSO değerini yükseltip sensörün hassaslığını artırırsanız daha karanlık ortamlarda flaşa gerek kalmadan çekme şansınız doğar. Fakat bunun da bir sınırı vardır. İSO’nun yüksetilmesi noise denilen fotoğrafta noktalı alanları çoğaltır ve Fotoğrafın kalitesini düşürür.

Fotoğraftaki bu üç sac ayağı (diyafram-Enstantane-iso) dışında iyi fotoğraf için; kullanılan objektifin keskinliği, makinanın krop faktörü gibi başka bazı etmenlerde önemli olmasına rağmen başlangıç için bilinmesi gereken diyafram ve Enstantane dengesidir. Genellikle fotoğraf makinaları diyafram öncelikli set edilerek fotoğraf çekilir. Çünkü Enstantane önceliği çekim, hareketi dondurmak gibi çok özel şartlarda kullanılır. Bunun dışında manuel yani hem enstantane hem de diyafram ayarının elle yapılması ciddi profesyonellik gerektirir. Zira enstantane-diyafram tablosu nu kafanızda her zaman tutmanız ve bu değerlerin dışında kullanacağınız + ya da – her pozlamanın nasıl sonuçlar vereceğini iyi bilmeniz gerekir.

Son olarak bu teknik bilgilerin dışında fotoğrafın en önemli unsuru fotoğrafçının hayal gücü ve görme yeteneğidir. Çok iyi bir fotoğraf makinası ve objektif ile beraber bütün teknik bilgilere sahip olsanız da işin ancak yarısını halletmiş sayılırsınız. Zira aynı kadrajı aynı koşullarda farklı iki fotoğrafçı çok farklı çeker ve bu büyük oranda fotoğrafın kalitesini belirler.

Kullanıcı admin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.